Merzifon Belediyesi organizasyonunda Çocuk ve Ergen Psikiyatri Uzm. Dr. Emre Ürer ve Diyetisyen Cemre Balkan'ın katılımları ile gerçekleştirilen "Sağlık Semineri"mizde katılımcılar hem bilgi sahibi oldular hem de sorularını doktorlara bizzat yönelterek çözüm önerileri alma imkanı buldular.
Akif Gülle Kültür Merkezi’nde düzenlenen seminerde Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Hastalıkları Uzmanı Dr. Emre Ürer, katılımcılara otizm, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu hakkında bilgiler verdi.
Seminerde konuşan Ürer, Türkiye’de her yıl 10 bin bebeğin otizm riski ile dünyaya geldiğini söyledi.
Türkiye’de 500 binden fazla otizmden etkilenmiş bireyin de olduğunu aktaran Ürer, “Baktığınız zaman büyük bir tehlike. Ve bunu yaşayan daha iyi bilir. Hayatımı hep otizme adadım ve hep otizm ile ilgili çalışmalar yaptığım için de bunun hep farklı dalını artırmaya yönelik gidiyorum. Bu 10 bin bebeğin hepsin otizm tanısı alması anlamına gelmiyor. Yaklaşık %30 civarında bebeğin uygun bakım imkânlarından faydalanırsa, uygun uyaranlar sıkıntı yaşanmazsa veya uygun bir oyun ilişki kurulursa otizm tanısı almayabiliyorlar. 1 yaşındaki bir çocukta konuşmama, dönen cisimler ilgi, göz temas azlığı, öpücük atma, ce oyununu yapma, gülümseme, sevin ve coşkuyu fazla yaşaması, yabancı kişiler karşısında anne ile yakınlaşmasını bekleriz” dedi.
Otizmin konuşma bozukluğu olmadığını vurgulayan Ürer, “Hep otizmi konuşma gecikmesi olarak algılanıyor. Otizm, bir dil konuşma bozukluğu değildir. Otizm aslında sosyal iletişimsel kısıtlılık demektir. Konuşmadaki karşılığın olmaması, konuşmada dil gelişiminin gecikmesi, dil gelişimi olsa da bunun toplumsal amaçlar için kullanılmaması gibi durumlardır. Aynı zamanda yaşına uygun oyun oynamakta problemlerin yaşanma olur. Çok çeşitli bir hastalıktır. Kimi çocuklarda konuşmada sıkıntı olmuyor ama tekrarlamalar fazla oluyor. Otizm bir yelpaze bozukluğudur. Çeşitli hasta grubunu görebiliyorsunuz. Hiç konuşmayan davranış problemleri, zekâ geriliğinin epilepsinin eşlik ettiği durum söz konusu olabiliyor. Otizmde esas olan takip ve tedavidir. Tedavide kişiselleştirilmiş programlar çok önemlidir. Her çocuğun gereksinim alanına göre ve gereksinim düzeyine göre hareket etmek lazım.”diye konuştu.
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu hakkında da bilgiler veren Ürer,şunları söyledi:
“Otizmin yanında hiperaktivite, kendine zarar veriyor ya da depresyon gibi bir durum eşlik ediyorsa medikal tedavi kullanılıyor. Zekâ geriliğinin eşlik ettiği grupta ilacın dozunu düşük başlayıp yavaş yavaş artırmak gerekiyor. Çünkü yan etki potansiyeli yüksek oluyor.
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, ergen çocukluk çağında başlayan dikkatsizlik, hiperaktivite ve dürtüsellik alanlarında belirtilerle seyreden bir nörogelişimsel hastalıktır. Beyin gelişimi ile ilgili bir hastalıktır. Beynin mikroskobik düzeyde, sinir hücrelerinde organizasyonda hata saptanmıştır. Ama MR, Neurofeedbackde vesaire göremeyiz. İkincisi dikkatsizlik, hiperaktivite ve dürtüsellik alanında ki belirtiler birden fazla alanda görülür. Bir spesifik durum özgü değildir. %99.6’sında belirtiler 12 yaşından önce hatta 7 yaşından önce başlar. Dikkat alanındaki belirtiler; bir şeyde odaklanmakta zorlanma, odaklandığı şeylerde dikkatini sürdürmekte zorlanma, dışarıdan gelen bir sesle dikkatinin çok çabuk dağılması, sosyal etkileşimde dikkatsizlik, bir şeye aşırı odaklanmalardır. Hiperaktivite alanında ise, belirtiler çocuğun yaşına göre değişebilir. 38 yaşındaki hiperaktivite birisiyle, 6 yaşındaki bir değildir. Belirtiler zamanla evirilebilir. Hiperaktif bir çocuk, yerinde durmaz, oturması gereken bir durumlarda sürekli kalkıp dolaşma eğiliminde olur. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunda ergenliğe kadar %50’si geçebilir. Ergenlikte devam edenlerinde %50’si erişkinlikte geçebilir. Dolayısıyla tedavini aslında bir yaş kavramı yoktur. Hastaya göre karar verilir. Dikkatsizlik, hiperaktivite ve dürtüsellik bozukluğa eşlik eden belirtiler azımsanılmayacak ölçüdedir. Mesela arkadaşları ile ilişkilerinin bozulması, aniden öfkelenmek, öfkelendiğinde hareketlerine engel olamamak, duygu düzenleme problemlerinden kaynaklanıyor. Bir diğeri eşlik eden öğrenme bozukluklarıdır. Ve anksiyete ve depresyon gibi diğer psikiyatrik durumlar eşlik edebilir. Psikiyatride damgalanma diye bir kavram var. Bu damgalanmayı anlatarak ve bilinçlendirerek çözebiliriz. Bir çocuğu hiperaktif diye damgalamak aslında doğru bir şey değildir.”
Ürer, konuşmasının devamında şunları söyledi:
“Aileler öncelikle kendi başına tedavi edemezler. Aylar, yıllar süren dikkat problemi, organizasyon problemi olduğu zaman çocuk ve ergen psikiyatri uzmanına başvurmalısınız. Evde ne yapılabilir konusuna gelirsek; kendi odası, kendi masası ve ona göre bir düzen sistemi olması gerekiyor. Biz ebeveynler olarak çocuğumuza bu imkânları sağlamakla mükellefiz. Eğer bir çocuk ilkokul üçe geldiğinde tek başına oturup ödevini yapamıyorsa burada bir problem vardır. Anaokulu aslında okulun bir demonstrasyonudur. Anaokulunda, çocuklara ilkokulda nasıl davranması gerektiği konusunda yavaş yavaş girizgâh aşamasına gelinir. İlkokul birde etkinlik anlamında ya da ödev anlamında destek olunabilir. İkinci sınıfta yavaş yavaş ebeveynler olarak elimizi çekeriz. Üçüncü sınıftan sonra da artık akademik süreç başlar ve çocuk kendi hayatına kendisi devam edebilir. Olması gereken budur. İki esas temel var. Birincisi fiziki koşulları sağlamak ikincisi çocukları ders, okul konusunda motive etmek ve bir şekilde programlı olmaları konusunda kendilerine inisiyatif vermek. Aile elinden gelen her şeyi yapması takdirinde devam eden bir dikkat ve öğrenme problemleri yaşıyorsa profesyonel tedavi almak gerekir.”
Ürer, konuşmasının ardından katılımcılardan gelen soruları yanıtladı.