
BUGÜN NE YAZAYIM DİYE DÜŞÜNEYİM DERKEN, AKLIMA ÇOCUKLUĞUM GELDİ
Evet bugün ne yazayım diye düşünürken aklıma çocukluğum geldi ..
Bindokuzyüz yetmişler, bindokuzyüz seksenler, hatta doksanlar.. Komşuluklar, insanların yaşam mücadeleleri, geçim dertleri, sıkıntılar, yokluklar ve bir o kadarda mutluluk dolu günler...
Evet yetmişli yıllar bizim ülkemizin gaz lambasından elektriğe dönüşü, otomobil, buzdolabı, çamaşır makinesinin yeni yeni hayatımıza girdiği, teknolojiyi yeni yeni tanıdığımız yıllar olmuştu..
Bol paçalı pantolonlarla, şarkıcı "Şenay'ın şarkısı, Bak kardeşim, elini ver bana, gel kardeşim neşe getirdim sana, sev kardeşim kolunu tak boynuma, DÜNYA'YA GELDİK BİR KERE" Şarkısı ile başlayan bir trend yada o günün popüler şarkıları ile mutlu olmaya başlamıştık, henüz daha uzun ömrümüzün çocuk bakışlarındaki masumiyet dolu günlere.. Henüz farkında değildik yetmişli yılların, Seksenli yıllara doğru bizleri kan gözyaşı, suikastlar, bombalar, terör, alevi sünni çatışmalarının getireceği günlere..
Sonrasında Seksenli yıllara geldikçe, yanaştıkça ideolojilerimiz daha çok belirmeye başladı... İş, Emek, özgürlük, Kahrolsun faşizm, kahrolsun Amerika, yaşasın sosyalizm, patron kalleş, işçi kardeş sloganları içinde bir taraftan büyümeye çalışırken, bir taraftan da hayatın zorluklarını yavaş yavaş, yeni yeni hissederek çalışmaya başlamıştık...
Ama içimdeki çocuk ruhu, espri yeteneği, çatışma ve mitinglerde hep vardı... Bu espri yeteneğimi ve hayata farklı bakış açısından bakma yönümü o yıllara müthiş karikatürist ve çizerler kadroları ile dolu olan GırGır dergisi , Çarşaf dergisi ve Fırt dergilerini , harçlığımdan kısarak düzenli olarak aldığım, haftalık her sayısını okuyarak espri ve hayata sevgi dolu bakış açımı geliştirdiğimi düşünüyorum..
Seksenli yıllar artık
Sobanın yanında ödev yapmak…
80'li yıllarda çocuk olmak aile ortamını, aile ortamındaki samimiyeti hissetmekti. Bu samimiyetin hissedildiği en güzel zamanlar odada yanan odun sobasıydı. O zaman şimdilerdeki gibi klimalar veya elektrikli sobalar yoktu. Odunlar, kömürler çıtır çıtır yavaş yavaş yanar, onlar yandıkça mayışılır, çaylar doldurulur muhabbetler edilirdi. E tabii ki biz de 80'li yıllar çocukları olarak, odun kömür sobası yanında ödev yapardık.
80'li yılların çocuklarının en sevdiği aktivitelerden bir tanesi odun kömür sobasının üzerinde bir şeylerin pişmesi veya koyulmasıydı. Kestaneler pişirilir, çay koyulurdu, kokması için portakal mandalina kabukları koyulurdu, ekmek kızartılırdı. Bir çocuk için emeğin ne olduğunu o yıllarda anlamıştık. Kışa anlam katan aktivitelerdi bunlar.
Pazar akşamı banyosu en nostaljik ritüellerden bir tanesi de pazar akşamı banyosuydu. Soğuk kış günlerinde o sıcacık banyoya girer keyf içinde yıkanırdık, bizim banyomuz evin bahçesinde idi, elbiselerimi giyene kadar donardım, Tabi ertesi gün pazartesi ve hafta başı hem okula gideceğimizi anlardım, hemde okul sonrasında çıkınca koşa koşa pazar yerine babamın yanına sebze satmaya giderdim.. Akşam yine eve gelip ellerimiz donmuş vaziyette sobanın kenarında ya ödevimizi yapar ya da direkt olarak yatağa girerdik..
Uzun kış gecelerinde..
Bugünlük bu kadar sevgili dostlar, yine bu yılları anlatmaya devam edeceğim.. Size Sezen Aksu'nun şarkısı ile hoşçakalın diyorum...
ŞİMDİ BANA KAYBOLAN YILLARIMI VERSELER...