Büyük şehirler de yaşamak o kadar zorlaştı ki adamın evi Kadıköy’de çocuğu Göztepe'de okuyor yapacağı tek şey var çocuğunun servise vermesi gerekecek en az 2 çocuğunun olduğunu düşünecek olursak aldığı maaşa göre ödemesi gereken para çok fazla olacaktır. Oysa ki kendi şehirin de yaşayabilseydi, o çocuklar belkide okuluna yürüyerek gidecekti.
Kendi çocukluğum gözlerimin önünden ayrılmıyor köy ilkokulunda okuyorduk sabah kuş cıvıltıları ile uyanıyorduk, mis gibi çorbamızı içip okulumuza koşuyorduk. Ama bugün bakıyoruz anneler çocuklarını ellerinden tutup ya servis araçlarına bindiriyor yahut ta kendisi elinden tutarak okuluna götürüyor.
Dünya mı değişti biz mi değiştik. İşe yetişmek için koşar adımlarla metrobüslere koşmak kaldırımları hızlı hızlı gidip çalışma hayatının içine kapanıyoruz. Artık monoton hayat aynı şekilde devam edip gidiyor.
Öyle hızlı adımlar ki yürüdüğünün farkında değil ayaklar. Yoğun trafiğin içinde sıkışmış ruhların öfkesi burnundan solutuyor insanı, korna sesleri şehrin ruhunu yitirmiş binalarında yankılanıp durduğu yetmiyormuş gibi gecede rüyalarımız süslüyor.
Yirmi dört saatlik zaman o kadar hızlı işliyor ki ne olduğunu anlamıyoruz bile, bakıyorsunuz hava o kadar güzel ki içiniz açılıyor ama kısa bir anlık sürede o hava öyle değişiyor ki içiniz kapkaranlık bir dünya ya kapanıyor.
Yeni güne merhaba diyen kaç kişi vardı bilinmez. Soluk bakışlarıyla şık sayılan giysilerin içinde, ruhu rengini yitirmiş kaç nefes vardı hiç düşündük mü?
Gün bitmeden rengi griye dönmeyen kalmamalıydı. Çünkü modern dünya ve kapitalist düzenin isteği buydu. Bu düzenin gökdelen gibi her gün biraz daha büyümesine katkı sağlayan bizleriz. Yine bu düzenin bize dayattığı hedef, gaye ve hayalleri kendi isteklerimizmiş gibi algılıyor ve benimsiyoruz. Bu algıyla ne günün ne de güneşin farkına varıyoruz.
Kendi köyümüze döndüğümüz gün inanın ki dünya da en mutlu gün olduğumuz gün olacaktır.